CARL GUSTAV JUNG
26 Temmuz 1875’te İsviçre’de dünyaya gelen Jung’un babası Protestan bir kilise rahibiydi. Bir kız kardeşe sahip olan Jung, oldukça içine kapanık, kendi iç dünyasıyla fazlasıyla meşgul, yalnız bir çocuktu. Gizemli ateşler yakan, gizemli oyunlar oynayan bir çocuk olan Jung, bir kalem kutusu içinde evlerinin tavan arasında saklandığı oyuncaklarla ilgilenerek ve onu düşünerek zor durumlarla baş ettiğini ifade eder ve bir gize sahip olmanın kişiliğinin oluşmasında büyük bir rol oynadığını belirtmiştir.
26 Temmuz 1875’te İsviçre’de dünyaya gelen Jung’un babası Protestan bir kilise rahibiydi. Bir kız kardeşe sahip olan Jung, oldukça içine kapanık, kendi iç dünyasıyla fazlasıyla meşgul, yalnız bir çocuktu. Gizemli ateşler yakan, gizemli oyunlar oynayan bir çocuk olan Jung, bir kalem kutusu içinde evlerinin tavan arasında saklandığı oyuncaklarla ilgilenerek ve onu düşünerek zor durumlarla baş ettiğini ifade eder ve bir gize sahip olmanın kişiliğinin oluşmasında büyük bir rol oynadığını belirtmiştir.
11 yaşında yaşadığı kasabadan ayrılarak Basel’de bir liseye gönderilmiştir ve hem yeni kent hem de devam ettiği okul Jung için sarsıcı bir deneyim olmuştur. Buradaki insanların maddi durumunun epeyce iyi olması kendilerinin ne denli yoksul olduklarını fark etmesine ve artık anne ve babasına farklı bir gözle bakarak, ailesinin sıkıntılarını ve üzüntülerini anlamasını sağladı.
Jung, din derslerini sıkıcı, matematiği ise çok anlaşılmaz buluyordu. Okulda bir arkadaşı ile girdiği tartışmada yaralanan Jung, bir daha okula gitmeyeceği için mutlu olmuştu ve böylece iyileşene kadar kendi iç dünyasına tekrar geri dönebilecekti. Ancak Jung’un bayılma nöbetleri ailesini çok endişelendiriyordu. Babasının bu çocuk çalışamayacak durumda olursa felaket olur düşüncesini anlayan Jung durumun ciddiyetini kavradı ve ders çalışmaya başladı. Birkaç hafta sonra okula döndü ve bir daha bayılma nöbeti geçirmedi. Böylece ileriki yaşlarda, kendi nevrozunu keşfederek kendi kendine bulduğu baş etme yolunu hastalarında da kullandı.
Lise yıllarında felsefe ve din konularıyla fazlaca meşgul olan Jung, üniversitede ilerleyen yıllarda da tıp eğitimine devam etti ve uzmanlığını da psikiyatri alanında yaptı.
Tıp doktoru diplomasını alan Jung, ilk olarak Burghölzi Psikiyatri Hastanesi’nde ‘’şizofreni’’ terimini ortaya koyan ve bu bozuklukla ilgili çalışmaları ile tanınan E. Bleuler ile birlikte çalışmaya başladı. Sözcük çağrışım testini geliştirdi. Daha sonrasında 1903’te Emma Rauschenbach ile evlendi. Emma Jung’un çalışmalarında çok yardımcı oldu ve Jung’un terapi yöntemini uygulamayı öğrendi. 1906 yılında şizofreni üzerine yazdığı ‘’Dementia Praecox Psikolojisi’ isimli kitapta ifade ettiği düşünceler Freud’un düşünceleri gibi hiç olumlu karşılanmadı ancak Freud ile tanışması da bu sayede oldu. Ardından Freud, Uluslararası Psikanaliz Derneği kurulduğunda Jung’un başkan seçilmesini sağladı. Hatta Freud Jung’u kendi veliahdı gibi görüyordu. Ancak daha sonrasında Jung Freud’la olan anlaşmazlıklarını fark ederek dile getirmeye başladı. ‘’Bilinçdışının Psikolojisi’’ isimli eserinde Freud’un kuramını eleştirmesine değin 6 sene süren birliktelikleri 1913 yılında birbirlerinden tamamıyla kopmalarıyla son buldu.
Jung’un öz yaşam öyküsünü anlattığı kitap (Anılar, Düşler, Düşünceler) ‘’Yaşamın bilinçdışının kendisini gerçekleştirdiği bir öyküsüdür.’’ cümlesi ile başlar.
1955’de eşinin ölümünün ardından son günlerini evinde yakınları ile geçiren Jung, 6 Haziran 1961’de doğduğu kasabada yaşamını yitirmiştir.
KAYNAKÇA
İnanç, B.; Yerlikaya, E., (2022), Kişilik Kuramları (Theories of Personality), (18.baskı), Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.
Tepki Ekle