Hukuki Süreçlerde Tanık İfadesi ve Hafızanın Ele Alınışı: Sağlanılan Adalet Mit mi Gerçek mi?
Bir olayın hukuki açıdan düzgün ilerlemesi ve suçlu kişinin tespit edilerek gerekli cezayı alması için önemli noktaların bir araya gelerek bir bütün oluşturması gerekir. Bunlar hukukun masum kişiyi koruyacak güçte olması, polisin iyi bir süreç yürütmesi ve gerekli delillere ulaşılmasıdır. Literatüre baktığımızda da delil kısmında özellikle tanık ifadesi bir dava için büyük önem taşır. Hukukçular için tanık ifadesi hassasdır ve yargılamanın doğru yapılması için gerekli olduğunu düşünürler (Küçükay, 2017). Ne yazık ki bu noktada hukukçular zoom yapan bir kamera gibidir. Kamera yalnızca tanığa odaklanır ve arka planı blurlar. Bu durumda davanın gerçekten çözülmesi ve adaletin sağlanabilmesi için ihtiyacımız olan şey ya resmin blurlanan kısmı olursa? Bu nedenle bu makalede tanığın bellek süreçlerinin ve tanık psikolojisinin önemine dikkat çekerken bu durumların hukuk sürecini nasıl etkilediği tartışılacaktır.
Yaşanmış bir olayı, algıladığı ve fark ettiği izlenimleriyle birlikte polise ya da mahkeme jürisine anlatabilecek kişiye tanık denir (Canpolat, 2021). Hukuk işleyişi biçimiyle yalnızca somut olana ve kesinliği sağlabilecek olan şeyler üzerinden ilerler. Bu nedenle tanık kavramı hukukta büyük önem arz etmektedir. Çünkü olayla ilgili bilgiye ulaşımda kolaylık sağlarken aynı zamanda elde dilen ipuçlardaki eksik bilgileri giderecek delil olarak bakılır. Bunlarla birlikte yargılama sürecinde toplanan deliller ve tanık ifadesi yargılamay yürüten hakim ve jüri üyelerinin takdirine kalır (Canpolat, 2021). Ancak adli psikolojinin alanyazısı bize tanığın hafızasının yanılabileceğini, davada tanıklık yaparken sahip olunan psikolojinin ifadeyi değiştirebileceğini ve belleğin doğası gereği süreç içerisinde yaşanılanlardan ve edinilen bilgidene etkilenebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla bu essay tanıkların ifadelerinin güvenilirliği ve yargılanma süreçleri arasındaki dengeyide inceleyecektir.
Hukuk alanı genel olarak netliğe önem verirken psikoloji ise varsayımlardan yola çıkarak deneysel ilerler (Akdaş ve Oral, 2006). Bu da iki alanın tanığa karşı bakış açısını değiştiriyor gibi görünmektedir. Hukuk için tanık davayı çözecek kilit noktadır. Ancak psikoloji açısından bakıldığında da tanığın beyanını etkileyecek faktörler vardır dolayısıyla tanığın beyanına doğrudan güvenilmemesi gerekir. Son zamanlardaki araştırmalar hukukçularında bu durumu fark ederek iki alanın eş güdümlü gitmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır ( Küçükay, 2017). Tanığın ifadesini etkileyen en önemli faktörlerden biri bellek süreçleridir. Yapılan çalışmalar kişinin yaşanan bir olay karşısında algı ve hafıza süreçlerinin pasif şekilde işlemediğini göstermektedir (Loftus, 1981). Çünkü zihinde saklanan bilgi kişinin olayda neye dikkat ettiğine, nasıl algılandığına, telkine duyarlı olmasına göre değişiklik gösteriyor (Ersoy, 2018). Bu nedenle özellikle adli psikoloji alanında yapılan ve yapılacak olan çalışmalar bu faktörleri keşfetmeyi amaçlamaktadır (Loftus, 1981).
Loftus (1981)’ un aktardığına göre teorik analizler, birey önemli olay yaşadığında belleğin durumunu üç aşamaya ayırmaktadır: olayın bellekte edinilmesi (acquisition), akılda tutma (retention) ve geri getirme (retrieval). Bu üç aşamanın kendi içinde etkilendiği durumlar bize aynı olayı gören tanıkların farklı cevaplar verebileceği gerçeğine ulaştırmaktadır. Bizler hafızamızı birer bilgisayar dosyası olarak algılıyoruz. Gördüğümüz anları olduğu gibi kaydediyor ve sonra kullanılmak üzere saklıyoruz. Ancak güncel ve mevcut çalışmalar hafızanın birleştirici etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yani bellek bir olaya ait bilgilerini korumuyor yeni gelen bilgilerle organize ederek var olan bilgiyi güncel tutmaya çalışmaktadır. Bu da aslında hafızamızdaki bilgilerin müdaheleye açık olduğunu ortaya koymaktadır (Lentoor, 2023). Belleğin ortaya çıkardığı birleştirilmiş anı aslında sahte anılarında ortaya çıkmasına neden olur.
1974 yılında Loftus ve Palmer’in yürüttüğü bir çalışma “sahte anılar” konusunda tanık ifadeleri için öncül bir çalışma oldu. Yaptıkları “araba kazası” deneyi bize insanların yalnızca unutabileceği değil aynı zamanda olayları çarpıtabileceğini, yanlış anlayabileceğini göstermiş oldu. Deneydeki katılımcılara araba hızlı mıydı sorusu olayı daha ciddi anlamalarına neden olurken, “cam kırıklarını gördünüz mü” sorusu ise aslında var olmayan bir delilin katılımcılar tarafından kabul edilmesine neden olmuştur. Yaptıkları “araba kazası” deneyi bize insanların yalnızca unutabileceği değil aynı zamanda olayları çarpıtabileceğini, yanlış anlayabileceğini yani “sahte anılar” üretebileceğini göstermiştir.
Bununla birlikte tanıkların ifadelerini yalnızca yönlendirici sorular etkilememektedir. Kişilerin özellikleri, yaşları ve olayla ilgili başka tanıklarla konuşmları da tanık beyanını etkileyen faktörlerdendir. Gabbert ve arkadaşlarının (2003) yürüttüğü çalışmada tanıkların sahip olduğu bilgiler, olayı gören diğer tanıklardan etkilenmektedir. Bu etkilenme hem genç hemde yaşlı tanıkların ifadelerini etkilemiştir. Ayrıca yapılan bu çalışma eğer tanıklar kendi aralarında polise ifade vermeden önce tartışıyorlarsa bu süreç ortaya “hafıza uyumunu” çıkarır. Gabbert ve arkadaşlarına (2003) göre bu uyumun yönlendirci sorular, bozulan bellek süreçlerinden ziyade sosyal onay ihtiyacı ve doğru olma arzusu olabilmektedir. Genel meta analiz incelemesi yaptığımızda da hem Loftus’un çalışmalarını hemde Gabbert’in çalışmalarını destekleyen araştırmalar görmekteyiz. Yapılan psikolojik çalışmalar hafızanın güvenilir bir kale olmadığını, kale duvarlarının değişebileceğini göstermektedir. Nitekim Loftus (2005) yaptığı bir çalışmada katılımcıların asla yaşamadığı olayları telkin etme ve psikoterapi süreçleriyle birlikte biliçaltına yerleştirebileceğini gösterdi. Tüm bu çalışmalar bize görgü tanıklarının ifadelerini tekrar sorgulamamız ve hafızalarımıza duyduğumuz sonsuz güvenden vazgeçmemizi göstermektedir.
Tanığın ifadesini etkileyen unsurlar yalnızca hafızanın kendisi değildir. Belki de duruma içsel ve dışsal faktörler olarak bakabiliriz. Yukarıdan bahsettiğimiz çalışmalarda hafızaya dışarıdan müdahale olsada aslında olayları etkileyen hafızanın işleyiş biçimiydi. Bu nedenle hem yönlendirici sorular, hem başkalarının düşünceleri hem de hafızanın işleyişi birleşince ortaya “sahte anı” çıkıyor. Ancak tüm bunlarla birlikte dikkat etmemiz gereken bir diğer konu ise tanık psikolojisidir. Sorgulama ile başlayan mahkeme süreci bireye büyük sorumluluk yüklemektedir. Bireyi zorlayan, karmaşık ya da korkutucu olayları görmek ve aktarmaya çalışmak tanığın öznel ve fizyolojik stres tepkisini tetikleyebilir (aktaran Marr vd., 2020). Dolayısıyla bu karmaşık alan stres ve dikkat başarısızlıklarının ele alınmasını gerektirir. Bu konu ile ilgili çalışmalara bakıldığında 30 yılı aşkındır stresin görgü tanığının hafızasını etkileyip etkilemeyeceği araştırıldı. Bu konuda araştırmacılar etkileyeceğine yönelik yüksek inançlara sahiplerdi. Yapılan çoğu çalışmada yüksek stresin özellikle ifade ve yüz tespit etme kısımlarında etkileyeceğini ortaya koymaktadır (Deffebacher vd., 2004).
Bununla birlikte literatür incelendiğinde etkilemediğini söyleyen, hatta kodlama gibi unsurlarda stresin daha doğru cevaplar alınmasını sağladığını söyleyen çalışmalarda bulunmaktadır (aktaran Marr vd., 2020.) Wulff ve Thomas (2021) bu alanda dikkat başarısızlıkları konusunun alanda yeteri kadar araştırılmadığını söylemekteler. Onlar yaptıkları çalışmada stres, dikkat başarısızlıkları ve görgü tanığı hafizasını inceledikleri bütünleştirici bir çalışma ortaya koydular. Çalışmayı incelediğimizde “istem dışı körlük (inattentional blindness)” dikkat çekiyorlar. Dikkat körlüğü özellikle beklenmedik durumlar yaşandığında kişinin olayı fark edememesidir. Örneğin bir kaza sırasında anne çocuğu ile ilgilendiği için arabaların hızlarını anlayamamış olabilir. Ancak olay yerinde olduğu için anne görgü tanığı olacaktır. Wulff ve Thomas (2021) istem dışı dikkat körlüğü yaşayan bu kişilerin çevrelerindeki bilgileri toplayarak ifade vermeye çalışabileceklerini söylüyorlar. Ayrıca Sänger ve arkadaşları (2014) yaptıkları bir çalışmada stres altında olan grupların uyaranlardaki parlaklık değişimini bildirmelerini istedilerç Buna göre stres altında olan grup olmayan gruba göre daha fazla hata yaptı. Bunun dışında önemli bir bulguda stresli katılımcılar stresli olmayanlara göre dikkati yönlendirmede başarısız olurken, görevle ilgisi olmayan bilgileride gözardı edemediler (aktaran Wulff ve Thomas, 2021). Tüm bunları göz önüne aldığımızda görgütanığının yalnızca hafızasında bozulmalar, çarpıtmalar ve yanlış anı durumu gözükmemektedir. Stress, dikkat gibi unsurlarda tanığın sahip olduğu bilgiyi etkileyebilir ve bununla birlikte tanık ifadesinin güvenilir olmayacağını ve tanık beyanını delil olarak ele alırken birçok faktörü sorgulamamız gerektiğini göstermektedir.
Yukarıda anlattığım çalışmalar hafızanın şekillendirilebilir olduğunu ve bir kamera gibi anıyı kaydedemeyeceğini ortaya koymaktadır. Eğer hafızaya duyulan ihtiyaç bir de görgü tanığı için ise işler daha karmaşık olabiliyor. Tanığın beyanını değerlendirmek için birçok yola başvurmak ve birçok faktörü göz önünde bulundurarak delil saymanız gerekmektedir. Bununla birlikte ne yazık ki hukuk alanında durum tam tersidir. Mahkeme heyeti ve polisler için tanık bir davanın çözülmesinde kilit nokta olabilir (Canpolat, 2021). Özellikle ceza muhakemeleri için ispat kolaylaşmaktadır (Güngör, 2015). Güngör’ün aktarımına göre (2015; ayrıca bknz, Canpolat 2021) hukuk tanık beyana gereğinden fazla güvenmekle birlite, tanık beyanını etkileyecek unsurları görmezden gelebiliyor. Hukuk tanığın birinin gördüğü olayı yanlış hatırlayacağını, çarptıracağını ya da unutacağını düşünmemektedir. Bu nedenle geçmişte tanıklara yapılan uygunsuz davranışlarda bulunmaktadır.
Hukuk birey bir olay gördüyse onu mutlaka anlatabileceğini düşünmektedir. Aldığı önlemlerlede örneğin yemin ettirerek bireyin yalan söylemeyeceğine hem jüriyi hem de kamuoyunu ikna etmek istemektedir (Canpolat, 2021; Güngör, 2015). Ancak yapılan araştırmalarda gördük ki hafıza yanılabilir. Fakat hukukun tanık beyanına bu kadar güvenmesi ve olayı çözmek için kanıt niteliğinde değerlendirmesi beni endişelendirmektedir. Zira bu durumda bizim adalet olarak tanımladığımız hukuk kararları gerçeği yansıtmak yerine bir mit midir? Suçluları almak yerine yanlış yürüttükleri sorgulama süreçleri ve çarpıtılmış ya da “sahte anı” oluşturan bir ifade sonucunda masum kişilere ceza verilmesi adalete duyulan güveni sarsmaz mı? Stark ve Lacy (2013) bu konuda bir meta analiz çalışması yaptığında görgü tanığı ifadesi üzerine suçluların tespit edildiği davların %75’inde masum kişiler suçlu olarak kabul edilmiş. Oran gerçekten de ürkütücü durmaktadır. Hukukun görgü tanığına karşı duyduğu güven sağlanması planlanan adalet sistemini çöküşe götürüyor gibi durmaktadır.
Sonuç olarak “Görünüş, onu aktarandan koparılamaz, o, adeta gözlemcinin karakteri tarafından yutularak kişiliğine karışır” (aktaran Canpolat, 2021; ayrıca bknz Goethe, 1907; ayrıca bknz Varga von Kibéd,1957). Yani tanık olayı gördüğü gibi asla aktaramayacaktır. Nitekim ki yapılan çalışmalar bunu doğrular niteliktedir. Eğer oluşturduğumuz hukuk sisteminin düzgün çalışmasını ve adaletin gerçekten sağlanmasını istiyorsak tanık ifadesine duyulan güvenden vazgeçilmesi gerekmektedir. Adli psikoloji alanının tanık ifadesi için duyduğu endişe ve şüpheyi hukukunda taşıması gerekmektedir. Nitekim bir avukat olarak Kızıl’ın (2014) aktarımları da bu ifademi destekler niteliktedir. Mahkeme üyelerinin insafına kalan tanık ifadesinin doğruluğu daha bilimsel yollarla değerlendirilmeli ve gerçeklerle uyuştuğu zaman delil olarak kabul edilmelidir. Toplum için en önemli alanlardan biri olan hukukun yanlış çalışması bir toplumdaki tüm düzenin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle adalet bir mit değil gerçeğin kendisi olmalıdır.
REFERANSLAR
Akdaş, A., & Oral, G. (2006). Akademik bir disiplin ve uygulama alani olarak adli
psikoloji. Türk Psikoloji Yazıları, 9 (17), 71–90.
https://psikolog.org.tr/tr/yayinlar/dergiler/1031828/tpy1301996120060000m000180.pdf
Canpolat, C. (2021). Adli psikoloji nazarında ceza muhakemesinde gerçeğe aykırı tanık
beyanı. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , (1), 267-313.
Deffenbacher, K. A., Bornstein, B. H., Penrod, S. D., & McGorty, E. K. (2004). A meta-
analytic review of the effects of high stress on eyewitness memory. Law and human
behavior, 28(6), 687–706. https://doi.org/10.1007/s10979-004-0565-x
Ersoy, P. K. Görgü tanığı belleği araştırmaları ve yasal uygulamalar: Tarihsel bir bakış. Yaşam
Becerileri Psikoloji Dergisi, 2(4), 271-279. https://doi.org/10.31461/ybpd.472700
Gabbert, F., Memon, A., & Allan, K. (2003). Memory conformity: Can eyewitnesses influence
each other's memories for an event?. Applied Cognitive Psychology: The Official
Journal of the Society for Applied Research in Memory and Cognition, 17(5), 533-543.
https://doi.org/10.1002/acp.885
Goethe, J. W. (1907). Maximen und Reflexionen. Verlag der Goethe Gesellschaft.
Güngör, D. (2015). Ceza muhakemesinde tanık beyanının delil değeri üzerine bazı tespit ve
değerlendirmeler. İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 6(2), 307-318.
https://doi.org/10.21492/inuhfd.239899
Kızıl, A. M. (2014). Tanık İfadesi ve İnandırıcılık. Ankara Barosu Dergisi, (2), 397-407.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/398170
Küçükay, A. (2017). Tanık ifadesi ve çapraz sorgu psikolojik bir bakış. Türkiye Adalet
Akademisi Dergisi, (32), 435-464. https://doi.org/10.1300/J158v01n03_03
Lacy, J. W., & Stark, C. E. (2013). The neuroscience of memory: Implications for the
courtroom. Nature Reviews Neuroscience, 14(9), 649-658.
https://doi.org/10.1038/nrn3563
Lentoor, A. G. (2023). Cognitive and neural mechanisms underlying false memories:
misinformation, distortion or erroneous configuration?. AIMS neuroscience, 10(3),
255. https://doi.org/10.3934/Neuroscience.2023020
Loftus, E. F., & Palmer, J. C. (1974). Reconstruction of automobile destruction: An example
of the interaction between language and memory. Journal of verbal learning and
verbal behavior, 13(5), 585-589. https://doi.org/10.1016/S0022-5371(74)80011-3
Loftus, E. F. (1981). Eyewitness testimony: Psychological research and legal thought.
Crime and Justice, 3, 105–151. http://www.jstor.org/stable/1147378
Loftus, E. F. (2005). Planting misinformation in the human mind: A 30-year investigation of
the malleability of memory. Learning & memory (Cold Spring Harbor, N.Y.), 12(4),
361–366. https://doi.org/10.1101/lm.94705
Marr, C., Otgaar, H., Sauerland, M., Quaedflieg, C. W. E. M., & Hope, L. (2021). The effects
of stress on eyewitness memory: A survey of memory experts and laypeople. Memory
& cognition, 49(3), 401–421. https://doi.org/10.3758/s13421-020-01115-4
Sänger, J., Bechtold, L., Schoofs, D., Blaszkewicz, M., & Wascher, E. (2014). The influence
of acute stress on attention mechanisms and its electrophysiological
correlates. Frontiers in behavioral neuroscience, 8, 353.
https://doi.org/10.3389/fnbeh.2014.00353
Varga von Kibéd, A. (1957). Philosophische Wahrheit und christliche Wahrheit. Evangelische
Theologie, 17, (s.) 266-272. Gütersloh, Germany: Gütersloher Verlagshaus.
Wulff, A. N., & Thomas, A. K. (2021). The dynamic and fragile nature of eyewitness
memory formation: Considering stress and attention. Frontiers in psychology, 12,
Tepki Ekle