Mika Madenleri: Kararmış Yüzler (Makyajınızın Ardındaki Karanlık Sır)

Popüler kültüre ayak uydurmak günümüzde yaşayan her insan için bir gereklilik olarak görülüyor. Yaşadığımız çağda fanusumuzun içindeyken kendi zararlarımızı göremez hale geliyoruz. Günlük hayatımızı yaşarken bile kelebek etkisinin farkına varamıyoruz. Aksiyonlarımızın domino etkisiyle nerelere ulaşacağını göremiyoruz. Her şeyden önce körleşmiş bir toplumda attığımız adımın zararlarını tahmin etmeye çalışırken büyük bir düzenin içindeki parçamızı kabullenmeliyiz. Mica hakkında kaçımız bilgi sahibiydik? Hayatımızda ışıltı aradığımız için kullandığımız ürünlerin insanların ışıltısını çaldığını görmek beni derin bir sorgulamaya götürdü. Büyük bir düzenin parçası olduğumuzu kabullenmemize rağmen bu düzendeki hataları görmeyi seçmiyoruz. İçten içe zarar verici davranış patternlerimiz olduğunu bilmemize rağmen detaylı bir şekilde öğrenmeye çalışmamak bile ne kadar kaçıngan olduğumuzun bir parçası. Sorumluluğumuzu bölüşmek için toplumca birbirimize arka çıkıyoruz. Belki de bilmemek bize daha kolay geliyordur. Bilmediklerimiz için suçluluk duyamayız. Ama bu suçluluk duygusu bizi insanlaştıran temellerden biri değil miydi? Sistemdeki kusurlar gözümüzün önüne geldiğinde içimden bir ses bana Haluk bilginerin şiirinden bir sözü bağırdı. ‘ Biz bu evrenin kanserli hücreleriyiz.’ Bakmayı seçmediğimiz her an daha da yayılan bir hastalığın içinde yaşıyoruz. 

Ağustos 21, 2024 - 20:15
Ağustos 21, 2024 - 20:26
 0  44
Mika Madenleri: Kararmış Yüzler (Makyajınızın Ardındaki Karanlık Sır)

(2.45) ‘Sparkly shimmery, raident’ Bunların hepsi tüketici toplumumuzun makyaj ürünleri için kullandığı sıfatlar. Birkaç ürün daha fazla satabilmek için yapılan içi boş güzellemeler. Sanki yeterince makyaj malzemesi yokmuş gibi kendini saklamak için bir ürün daha almaya gelen tüketicileri çekmek için yapılan bir propogandadan ibaret. İnsanlık biraz böyledir. İttiğin yöne doğru sorgusuz sualsiz çekilir. Kendini maskelemek bu toplumda o kadar önemlidir ki. Dünyanın gerçekliğini görmekten korktuğumuz için kendi yüzümüzü bile görmemeyi seçeriz. Peki toz toprak içinde çalışan çocukları tanımlamak için hangi sıfatları kullancağız? Burada sayısız içimizi yaralayacak sıfatları ortaya dökebilirim ama bu onları görmeyi tercih etmediğimiz gerçeğini değiştirmeyecek. İstediğimiz kadar çarpıcı bir şekilde yaşanılanları gösterelim. İnsanlar alışılmış olanın konforundan vazgeçmeyecek. 

(9.22) Derme çatma çadırda yaşayan 8 kişilik bir ailenin kendilerini doyurabilmek için mica topladığını dinliyoruz. Başka bir çıkış yolu olmadığını aslında anlatmalarına gerek bile yok. Bazı çaresizlikleri en çok gözler belli eder. Psikolojide ‘hayatta kal modu’ diye anılan bir terim vardır. Stereotipik bir hayat süren insanlar bile bazı tetikleyicilerde kendilerini bu modda yaşarken bulabilirler. Hayatı yaşamaktan çok o günü kurtmaya bakılır bu modda. Başka türlü bir imkan görmeyen insanlar hayatta kalmak için kendilerinden medet ummaya mahkumdur. 8 kişilik bir ailenin her gün sadece yemek bile yiyebilecek yeterlilikte olmayı umması hayatta kalma modudur. Yaşamak ile  hayatta kalmanın farkı nedir?  O günü geçirebildiğimiz için bile yeterli hissediyorsak bu hayatı yaşamak değil hayatta kalmaktır. Başka çözüm yolları aramak bile aklımıza gelmez. Beynimizin koşullandığı tek şey hayatta mıyım ayakta mıyım soruları olur. Ama yaşamak en temel ihtiyaç ve haklarımızdan bir tanesidir. Hayatta kalma modunda sorunlarımıza çözüm üretmek güçleşebilirken bu ailenin oturup çıkış yolu bulmak gibi bir opsiyonu dahi olmadığı gerçeği yüzümüze vuruyor. 

(11.10) Siyahlar içinde bir kadın ekranda bizi karşılıyor ağzından dökülenler ise görülme ihtiyacını bize gösteriyor. ‘If no one is listening, what is the point of saying all these?’ Kendi döngüsünden kurtulamayacağını inanınca insan başkalarına bakmaya başlar. Dünyanın acıları çok olsa da birinin acısını daha görülür hale getirmek dünyayı iyileştirecek. Siyahlar içindeki çaresizliğini adeta üstüne kıyafet olarak giymiş bu kadın duyulma ve görülme ihtiyacını bize anlatıyor. Kafamızı diğer tarafa çevirmektense acıtsa da yüzleşmemiz gerektiğini çünkü onun bununla her gün yüzleştiğini anlatıyor. Çocukluktan beri duyulmayan ve görülmeyen biri olarak kendimi adlandırdığım için empati kurabileceğim bir cümle bu. İnsan kendini ne kadar anlatırsa anlatsın duymak istemeyen reddediyor. Aslında kadının bağıra çağıra haykırmak istediği bir hikayesi var. Anlattığında ağzından çıkanlara değecek, yeri göğü sallayacak bir hayatı var. Ama bu öğrenilmiş çaresizlikle kendini anlatmaktan vazgeçmiş. Galiba çaresizliği kabullenmek de vazgeçmekle başlıyormuş zaten.

(19.18) Madende ufak bir gezintide çalışanlardan biri riskler hakkında konuşuyor. Her gün ölümü göze alarak girdikleri bu mağara onların zaten yaşarken mezarları olmuş bile. Peki neler için hayatımı riske atarız? Bu insanların her gün hayatlarını riske atmalarındaki motivasyonları ne? Yine yaşama arzusu. Eğer o mağaraya girmezlerse zaten çoktan öleceklerinin bilincindeler. Yaşamak için yine yaşamlarını tehlikeye atıyorlar. Ama insan bazen kendi için yeterli motivasyonu bulamayabiliyor. Bu insanların her gün ölümle burun buruna gelip devam etmelerinin sebebi sadece kendileri değil. Ailelerini düşünerek hareket ediyorlar. Kahramanlığı tanımlamamı isterseniz buradan başlayabilirdim. Kahramanlık ölümden korkmamak gibi gelebilir ama aslında ölümden korkmaktır. Öldüğünde bile kalanlara ne olacağını düşünecek kadar fedakar bir karakter varsa bu kişiyi kahraman olarak tanımlayabilirim. O mağaraya inmeyi seçen herkes birer kahraman olarak hayatlarına devam ediyor. Ölüm korkusu sadece kişinin kendisi için değil geride bıraktıklarına ne olacak korkusundan gelir. Çevremizdeki insanları bu kadar düşünebilmek cesaretin en güzel gösteriş şekildir belki de. Büyük bir üzüntüyle diyorum ki bunun bir seçim olmadığını bilsek de bu özveri görülmeye takdir.

(15.53) Kaçınılmaz olanın yıkıcılığını görüyoruz. Madenlerin çöküp geride bıraktığı o enkaz. Sadece yiyecek bir şey bulabilmek için madene inen insanların örtüyle sarılmış bedenleri. Yan yana dizilmişler belki sadece bir sayı olarak anılacaklar ama biten hayatlar korunmak istercesine örtüyle sarılmış. Bu görüntü bana yakın zamanda gittiğim Hatay’ı hatırlattı. Şehirde gezinirken kafamı çevirdiğim her yerde gördüğüm enkazda buranın kaç kişiye mezar olduğunu düşünmeden edemiyordum. Toz toprağın onların mezarı da evi de olduğu düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Sıkışmışlık hissiyatını azıcık hissettiğimizde bile kaçacak yer ararken insanların bunu somut olarak yaşamış olması ne kadar da korkuttu beni. Hatay, iyileşmeye çalışıyordu ama etraftan gelen yardımlar yeterli değildi. Depremden bir yıl sonra gitmiş olmama rağmen hala aynı günkü sorunları devam ediyordu. Onca yardım, onca haber boşuna mıydı diye düşünmeden edemedim. Nasıl iyileşecekti bu yas şehri? Her gun insanlar yıkılmış olan evleri görürken hayatlarına devam edemiyorlardı. Bu kadar kampanya yapılmasına dikkat çekilmesine rağmen iyileşme sürecinin başında olmasını aklım almadı. Mica madenleri için de aynı şey geçerliydi. (25.59) çocuk işçiliği ve mica için belgeseller çekilmesi problemi görünür kıldı. Ama ihtiyacı olan tek şey görünür olmak değildi. İnsanlar Hatay için yaptıklarının aynısını yaptılar. Gördüler ve kafasını çevirdiler. Kimse bir döngünün içinde olduklarını fark edemedi. İyileşmek için, kendi paradokslarından çıkmak için can atsalar da sistem onlara bir çözüm önerisi sunamıyor. İnsanlığımızın tükendiği nokta da burada. Bildiğimiz bir gerçek var. Binlerce mekan, toz toprak içinde insanlar, yara bere içinde elleri olan çocuklar, susuz kalan aileler var. Okulun girişinde enkaz altında ölen 19 çocuğun resmi var. Çökmüş bir madenin önünde örtülü hayatlar var. Bazen insanların acımaktan daha fazlasını yapabilmelerini diliyorum. Çaresiz hayatlara çözümle gelebilmelerini, aksiyon alabilmelerini ve en önemlisi anlayabilmelerini istiyorum.

(22.18) Bazen somut olarak bir veriyi görmek onu daha gerçek hissettirebilir. 10 milyon çocuk işçinin olması gibi. 14 yaşında bir kız çocuğunun 9 yıldır çalışıyor olması gibi. Çocukluğunun elinden alınması insanları erken olgunlaşmaya iter biliyorum. Alternatif bir evrende çocuklar kendi hayalleriyle mutlu mudur diye düşünmeden edemiyorum. Dünyanın pisliğinden saklanmak istercesine büyükmüş gibi davranan çocuklar vardır. Gördüklerinden böyle korurlar kendilerini. 10 milyon çocuk böyle korudu kendini. Kendi karar mercekleri bile oturmadan, motor becerileri oturmadan hayat denen savaşın içine düştüler. Hayat mücadelesini doğduklarında öğrenen çocuklar nasıl hala çocuk olarak kalabilir ki? Büyümeye zorlanan her çocuğun yasını kalbimde tutuyorum. Sakarya’daki 10 yaşında öğrencimle sokakta mendil satarken karşılaştığım an başladı bu yas. Okula gelmemişti o gün. Nedenini sorduğumda ayakkabısı olmadığını okula gelebilmek için çalışması gerektiğini söyledi. Gözleri dolu doluydu o gün benimle karşılaşmanın utancıyla. Benim gözümde ise büyük bir utanç vardı. Böyle bir düzende çocuk olabilmek için çalışmak zorunda olmasının utancı vardı. Benim utancım yavaş yavaş büyüdü. Gözlerime sığmadı, bütün ruhuma yayıldı. Sadece Nazire için değil, 10 milyon çocuğu içine alacak bir utancım var artık.

İnsanlıktan umudum, birilerinin yüzünün parıldaması için başkalarının hayatlarının kararmamasıdır.

Kaynakça:

YouTube. (2023, August 18).  The Dark Secret Behind Your Makeup Documentary YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=LS_CR7UwhRs

Tepki Ekle

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow